Fevzi Karakoç

“Geçmişin İzleri” Solo Sergi

Sergi Tarihi: 22.03.2025 - 12.04.2025

Küratör: Berna Demirhan

Geçmişin İzleri”, çağdaş sanat dünyasında yaratıcı temasın ve alegori yeteneğinin en güçlü örneklerinden birini sunar. Protoganist figür olarak at, sadece görsel bir motif olarak değil; insanın varoluşsal arayışlarının, özgürlük ve gücün arzu edilen mücadelesinin ve aynı zamanda tarihsel ve toplumsal kimliğin simgesi haline gelir ve derin bir tözdönüşüm süreci yaratır. İzleyiciyi metaforik bir yolculuğa çıkarırken, zamanın sınırlarını aşan anlam katmanları inşa eder. Bu figür, insan hayatının yalnızca pragmatist bir parçası ya da güç simgesi değil, insanın doğayla, geçmişle ve gelecekle kurduğu diyalektik ilişkinin somutlaşmış halidir. İnsanın içsel yolculuğunu, kendi yükünü taşıyarak, toplumsal baskılara ve kişisel kayıplara karşı koyma mücadelesinde, izleyiciyi geçmişin ihtişamlı anılarına, kahramanların yolculuğuna ve insanın kendi kaderine hükmetme arzusuna götürür. Sanatçı yaşayan diğer canlıların, doğanın ve tarihsel deneyimlerin bıraktığı izleri ustalıkla sentezler. Zamanın doğrusal olmayan yapısı, bir dönüşüm süreci olarak işlev görür. Zamanın sadece bir yönü olarak değil, geçmişin izleriyle bugünün ve geleceğin iç içe geçtiği bir devinim olarak resmedilir.

Her renk geçişi, yalnızca estetik bir ifade değil, anlamların, duyguların ve imgelerin dönüşümüyle bilinçaltının derinliklerinde oluşan bir şifredir. Karakoç’un fırça darbelerinin her birinde, yaşamın derinliklerinde saklı kalan duyguların ve düşüncelerin, öğrenme merakıyla birleşen “yetinmeme” duygusunun ifadesi görülür. Resim, burada sanatçının başlangıçta tek yönlü kurduğu özne–nesne ilişkisini, zamanla karşılıklılık kavramı etrafında yeniden düzenleyerek, dinamik bir pratik olarak ortaya çıkarır. Özgün baskı resimleri, lito ve boya tekniklerinin arasındaki geçişlerle, çizgisel ve geometrik düzenlemelerin boyasal ifade ile nasıl evrildiğini gözler önüne serer. Taş baskı çalışmalarında, çizgi ve siyah-beyaz uyumunun getirdiği incelikli işçilik; yağlıboya resimlerde ise, fırça darbelerinin spontanlığı ve renklerin doğaçlama uyumuyla, sanatçının kişisel ifadesinin zaman içinde nasıl geliştiğini anlatır. Bu teknik dönüşüm, resim yüzeyinin, yaşamın sabit olmayan, sürekli değişen ve genişleyen boyutlarını yansıtacak şekilde biçimlendirilmesinde merkezi bir rol oynar.

Karakoç’un sanatı, insanın doğasıyla ve içinde bulunduğu coğrafyanın, geleneklerin bıraktığı mirasla kurduğu derin ilişkiyi sorgular. Sanat, burada, sadece dışa vurulan bir ifade değil; insanın kendi içsel dünyasını, duygu ve düşüncelerinin oluşturduğu yeniden biçimlenmesinin bir göstergesidir. Aynı zamanda, sanatçının, malzeme ve teknik seçiminde kurduğu özgün bakış açısı, izleyiciyi, yaşamın kendine has ritmini, varlıklar arasındaki organik bağı ve dışavurumun estetik çözümlemelerini derinlemesine hissetmeye davet eder. Sanatçının alegorik anlatıdaki gücü, kaybolmuş atların rüzgarla dans ederken kendi iç rüzgarlarına kilitlenmiş olmalarında daha da belirginleşir. At, burada bir içsel özgürlüğü ve bireysel kimliği ifade ederken, aynı zamanda toplumsal bir bağlamda da insanın varoluşsal gerilimlerini simgeler. Bu zenginlik, hem geçmişin izlerini hem de geleceğin bilinçli arayışlarını birleştirir. Bir zaman diliminde ehlileşmeyen özgürlüğün ve bağımsızlığın izlerini taşır. Karakoç, geleneksel at figüründen saparak, onu sabit bir karakter haline getirir. Bir kahramanın içsel yolculuğunu ve toplumun sınırlarını aşan bir insanlık durumunu simgeler. Resmin her yüzeyinde, zamanın, yerin ve insanın dönüşen imgeleri birbirine bağlayan derin bir görsel dil kurar.

Erkan Özdilek

“Çıplak Zihnin Gezegeni” Solo Sergi

Sergi Tarihi: 15.02.2025 - 14.03.2025

Küratör: Berna Demirhan

Zihnin perdesi, varoluşun katmanlarını örten ince bir ipek… Gizleyen ve açığa çıkaran, saklayan ve dönüştüren, bir anın içine sığmayan, belleğin ve sezginin ritminde devinen imgeler… Sanatçı, iç dünyasından doğan imgelerle şekillenen, ontolojik sorularla örülü, sezgisel ve bilinçdışıyla diyalog halinde bir yolculuktadır adeta. Zihni, zamanın ve varoluşun sınırlarında dolaşan bir gezgindir. Onun sanatı, imgelerin anlam kazandığı ve duyuların bilinçle yoğrulduğu bir deneyim alanıdır. Yalnızca temsil değil, aynı zamanda bir belleğin, bir varoluş pratiğinin dışavurumudur. Sanatçının estetiği, salt görsel bir deneyimin ötesine geçer. Onun sanatında bir ritim, bir titreşim, bir dil vardır. Bu dil, doğanın kendi ritmiyle, suyun akışı, ışığın dalgalanması ve toprağın katmanlarıyla şekillenir. Sanatçının üretim pratiği, makro kozmostan mikro kozmosun titreşimlerine, suyun akışından kor’un içsel ateşine uzanan bir süreci inceler. Doğanın enerjisi, renkleri, ritmi, bilinci şiirin sezgiselliğiyle düşüncenin yoğunluğunu birleştirerek, dilin ötesinde felsefe, bilim ve sanatı içeren bir anlatı kurar. Özdilek’in eserlerinde sıkça karşılaştığımız ipek kozası, sanatçının doğaya, dönüşüme ve bilinç akışına duyduğu hayranlığın simgesidir. Koza, içinde bir gizem taşır; kendi içine kapanmış, zamanını bekleyen, içsel evrimini tamamlamadan dünyaya açılmayan bir varlıktır. Tıpkı sanatçının zihni gibi… Koza, hem geçmişi hem de geleceği içinde barındıran bir geçiş mekânıdır; doğumun, oluşumun ve potansiyelin sembolüdür. Diyalektiğin anlamını taşır. Bu kozada, dönüşüm kaçınılmazdır. Bilinç, maddeden sıyrılır; imgeler, varlığın sınırlarını aşar. İçeride kalan tükenmiş bedenin yerini, zamanla açılan bir form alır. Her form, ardında bir iz bırakır; her iz, yeni bir varoluşun habercisidir. Doğal maddelerle, renk ve dokuların karşıtlıklarıyla örülü eserleri, izleyici üzerinde güçlü bir psikogörsel etki yaratırken, aynı zamanda düşünsel bir sorgulamanın kapısını aralar. Form, Özdilek’in pratiğinde hiçbir zaman kendi kendine gönderme yapmaz; her eser bir kavramın, bir varoluşsal meselenin taşıyıcısıdır. Çünkü her sanat eseri, bir dil, bir belge ve aynı zamanda bir dönüşüm mekânıdır. Eserlerinde kullandığı kağıt ve hamuru düşüncelerin ağırlığını taşıyan güçlü ve karakterli nesnelerdir. Tıpkı kozanın içinden çıkmaya hazırlanan bir varlık gibi, sanatçı da düşüncelerini tuvalinde somutlaştırır, onları dile döker ve enerjisini zamanın akışına bırakır. Sanatçının şiirsel dili, onun zihninin haritasını çizer. Bilincin ritmi, sözcüklerin dokusu ve imgelerin dili; yaşadığı kentlerin dokusu, coğrafyası, mimarisi ve insana dair izlenimlerini birbirine karışarak sanatçının dünyasını görünür kılar. Çıplak Zihnin Gezegeni, sanatın zamana yayılan itkisini, bilincin ritmik devinimini ve duyuların bellekte bıraktığı izleri görünür kılan bir alan olarak şekillenir. İzleyiciyi yalnızca sanat nesnesiyle değil, düşünsel bir akış içinde var olmaya çağıran bu sergi, form ile kavram, estetik güzellik ile kavramsal karmaşıklık arasındaki dengeyi sorgulatır. Zihnin derinlerinde yankılanan dinamik dilsel ve görsel metaforlar, izleyicinin kendi içsel haritasını çıkarması için ipuçları sunar. Pencereler açarak, insanın dünyasına farklı açılardan bakar. Farkındalık bağlamında ürettiği kavramlarla yaşamın ve insanın değerinin, kutsal aklın, zekanın ve sezginin avcılığını yapar.

Erkan Özdilek, 1978 ile 1979 yıllarında İstanbul Boğazı’nda bulanan tarihi yalıların üzerine restorasyon çalışmaları yaptı. 1982 yılında Devlet Tatbik-i Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü’nden mezun oldu. 1982’de Prof. Dr. Ergin İnan ile çalıştı. 1986’da Paris’te Sol Lewitt, Buruce Nauman, Nam Jun Paik, Dan Flavin gibi sanatçılarla tanıştı. 1988 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde asistan oldu. Aynı yıl Salzburg Yaz Akademisi’ne burslu olarak katıldı. 1990’da ikinci kez burs kazanarak Salzburg’ da Prof. Otto Werner ve Prof.Emilio Vedova ile çalışmalara katıldı. 1993 yılında yüksek lisans eğitimini tamamladı. Prof. Mustafa Aslıer ile sekiz yıl baskı resim (Litografi, metal gravür, serigrafi vs.) çalışmaları yaptı. Sanatta yeterlilik yaptığı yıllarda Prof. Dr. Nermi Uygur, sanatçının zihninde tüm sanat hayatını etkileyecek bir yapı kurdu. 1991’de ilk enstalasyonunu Ayasofya’da yaptı. 1994 ve 1996 yılları arasında Almanya’nın Düsseldorf ve Berlin kentlerine misafir sanatçı olarak davet aldı ve kavramsal ağırlıklı projeler üretti. 1996’da Sanatta Yeterlilik Diploması’nı aldı. 1993 ile 2019 yılları arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü’nde sırasıyla Resim, Seramik, İç Mimarlık, Endüstri Ürünleri Tasarımı, Sinema Televizyon ve Tekstil bölümlerine Temel Sanat Eğitimi dersleri verdi. 2001 yılında Avusturya Kültür Bakanlığı Bursu ile Viyana’da 4 ay süre ile misafir sanatçı olarak çalıştı. İstanbul’da Valide-i Atik Külliyesi’nde ve iki ayrı tarihte Uluslararası Yaz Akademisi Programları yürüttü. 2006 ile 2015 yılları arasında yüksek lisans ve tez jüriliği ve fakülte kurulu üyeliği yaptı. 100’den fazla ulusal ve uluslararası etkinliğe katıldı. 30 kişisel sergi ve gerçekleştirdi. Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi‘nde farklı bölümlere Temel Sanat, Tasarım ve Estetik dersleri vermeye devam etmektedir. 

Ekrem Kahraman

“Epic Future” Solo Sergi

Sergi Tarihi: 10.01.2025 - 07.02.2025

Küratör: Berna Demirhan

Sanatın siyaset, ekonomi, bilim, kültür ve ahlakla kurduğu derin bağ, insanlık tarihinin en eski olgularından biridir. Bu bağ, özellikle toplumların değişim ve dönüşüm süreçlerinde daha görünür hale gelir. Sanatçı, zamanın ruhunu ve çağının izlerini eserlerine işler; bu eserler hem bireysel bir tanıklık hem de kolektif bir hafıza niteliği taşır. Ekrem Kahraman, son dönem çalışmalarında bu tarihsel bağları yeni bir yorumla ele alıyor ve yapay zeka çağının evrimine, bu çağın insan yaşamına dair öngörülerine ışık tutuyor. Kahraman, hızla ilerleyen teknolojinin insanı bilinmezliğe sürüklediği bu dönemde, zihinsel ve varoluşsal sorgulamalarla bizleri başbaşa bırakıyor. İnsan, düşünerek ve deneyimleyerek varlığı anlamaya çalışır; ancak zihnin kendisini düşünmesi, ironik bir biçimde en az sorgulanan olgular arasında yer alır. Bilinç, çoğu zaman alışkanlıklarımızın gölgesinde unutulur. Kahraman’ın eserlerinde bu sorgulama, insan zihninin bedensel ve duygusal varlıkla kurduğu bağı yeniden ele almakla başlar. Yapay zekanın hesaplama yeteneği, veri işleme kapasitesi ne denli gelişmiş olursa olsun, insanın duygusal ve sezgisel derinliğini anlamaktan yoksundur. Savaş alanındaki teçhizatı analiz edebilir fakat onun yıkımının getirdiği duygusal hissi deneyimleyemez. Beş duyu organımızın algıladıkları, hissettikleriyle eş değildir. “19. Yüzyıl başında icat edilmiş bir şeydir insan,” diyor Foucault. İnsanın kendisiyle tanışıklığı, tarihsel bir milat olsa da bu tanışıklığın henüz tamamlanmadığını düşünen Kahraman, insanın kendi zihnini çözümlemeye fırsat bulamadan teknolojik bir hızla yapay zekayla birleşmesinin getirdiği endişeyi eserlerine taşır. Ancak bu kaosun içinde, diğer çağları aşmış olmanın verdiği bir umut ve direnç de vardır. Kahraman, sanatın yalnızca bir piyasa nesnesi olmadığını, aynı zamanda siyaset, ekonomi, kültür ve ahlakla bir bütünlük içinde felsefi ve entelektüel bir hazırlık sürecini de içerdiğini hatırlatır. “Epic Future” sergisi, Kahraman’ın sanat anlayışının bu yönlerini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor. Sanatçı, kültür ile sanat arasındaki tamamlayıcı uyumu ayrıştırılamaz bir bütünlük olarak görüyor. Sanat, onun için yalnızca temsil sorunlarına odaklanan bir alan değil, aynı zamanda yaşamın içine karışma çabasıdır. Entelektüel birikimi, tuvalin sınırlarını aşarak edebiyatla, şiirle buluşur ve yeni bir geleceği inşa etmeyi hedefler. Kültürel ve düşünsel imgelerle yüklü formlar, duyumsamalar yoluyla anlam kazanır. Dekoratif sıradanlığa meydan okuyan Kahraman, yaratıcılığı ve estetiği yüceltirken, sezginin ötesine geçen düşünsel bir faaliyetle eserlerini derinleştirir. Kahraman’ın eserleri, onun bireysel duruşunun ve toplumsal sorumluluğunun bir yansımasıdır. Doğduğu coğrafyanın ve yaşam izlerinin temsilleri, hem kişisel bir direnişi hem de sanatsal bir başkaldırıyı ifade eder. Küçük dairesel noktalar, geometrik formlar ve renk paleti, onun sanatsal ruhunu yansıtan unsurlar olarak öne çıkar. Bu eserler, insanlık adına bir hatırlatma niteliği taşır: “Görmedim, duymadım, bilmiyorum!” diyenlere karşı hakikati işaret eder. Kahraman, sanatını şu sözlerle tanımlar: “Bir iç dökme, dertleşme, tutkuyla harekete geçmiş ve bir daha da yerine oturmamış bir gerçeği arama çabası… Ancak bana kalırsa, bu tavrı bir meydan okuma olarak anlamak en iyisi.” “Epic Future” sergisi, geçmiş, bugün ve geleceğin iç içe geçtiği bir yapıyla izleyiciye sunuluyor. Timora Sanat’ın üç farklı mekanında,Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” eserinden ilham alarak tasarlanan bu sergi, bir önsunum niteliğinde. Kahraman, burada sadece sanatın değil, insanın evrensel yolculuğunun entelektüel bir yansımasını da gözler önüne seriyor.


Ekrem Kahraman, 1948 yılında Tarsus da doğdu. 1971 yılında İstanbul Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden mezun oldu. Selahattin Taran, Süleyman Saim Tekcan, Ramiz Aydın,
Aydemir Atalay, Mustafa Tomekçe, Şinasi Barutçu, Hakkı Karayiğitoğlu, İsmail Öcal, ilhami Demirci ve Zeki Çakaloz’un öğrencisi oldu.1966 yılında Hisar Dergisi Şiir Yarışma’sında
birinci oldu. Siyasi ANT dergisinde birçok desen ve röportajlan yayımlandı. Adana Kozan ile Bandırma’da Ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik yaparak 1981 yılında “Eğitimimizin
Sorunları ve Çözüm Yollan” dosyasıyla Mersin Eğitim Vakfı Araştırma Ödülü’nü ve 1982 yılında “Bandırma’da Sanat ve Kültür Etkinliklerinin Canlandırılması Üzerine Öneriler başlıklı yazısıyla da yerel Bandırma Gerçek Gazetesi Ödülü’nü aldı. 1989 yılında
Bandırma’dan İstanbul’a taşınarak öğretmenlikten ayrıldı. İlk şiirleri Yelpaze, Hisar, Yelken ve Ilgaz dergilerinde yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışında 100’e yakın kişisel sergi açan sanatçı 20’ye yakın Resim dalında ödül kazanarak, çok sayıda karma sergi, sanat fuan ve bienallere katıldı. Resimleri ulusal ve uluslararası koleksiyonlarda yer aldı. Sanatı üzerine çok sayıda broşür, katalog ve kitap yayımlandı. Sanat Çevresi Türkiye’de Sanat, Antik sanat, CEY sanat, Genç Sanat, Üvercinka dergileri ile Aydınlık Gazetesi’nde sanat, felsefe ve siyaset üzerine
yazılar yazdı. Toplum ve ülke sorunlarına karşı sanatçı duyarlılığını öne taşıyarak 2002 yılında “Ülkemi Geri İstiyorum!” başlıklı bir açık mektup yayımladı ve İstanbul’da Atatürk
Kültür Merkezi’nde aynı başlıkla bir büyük sergi gerçekleştirdi. Sanatçıların ve aydınların ülkesine ve toplumuna karşı sorumluluklarını anımsattı. 2004 yılında asistanları Barış Sarıbaş
ile “Kendimize Ait Ovalarda, Kendimize Ait Dağlarda!”, 2006 yılında ise Tuncay Takmaz ile “Dünya Nereye Gidiyor?” ortak sergileriyle aynı ısrarını sürdürdü. 2007 yılında Bir grup
sanatçı arkadaşıyla birlikte ‘Sanatçının Atölyesi” dergisini yayımlayarak 2008 yılında Ahmet Onay Akbaş’la birlikte 25 kişilik sanatçı, sanat yazarı ve belgeselciden oluşan “Vincent van
Gogh’un Peşinde, Modernizm’in İzinde” etkinliğini Türkiye-Fransa’da düzenledi ve katıldı.

 Ekrem Kahraman, 1948 yılında Tarsus da doğdu. 1971 yılında İstanbul Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden mezun oldu. Selahattin Taran, Süleyman Saim Tekcan, Ramiz Aydın, Aydemir Atalay, Mustafa Tomekçe, Şinasi Barutçu, Hakkı Karayiğitoğlu, İsmail Öcal, ilhami Demirci ve Zeki Çakaloz’un öğrencisi oldu.1966 yılında Hisar Dergisi Şiir Yarışma’sında birinci oldu. Siyasi ANT dergisinde birçok desen ve röportajlan yayımlandı. Adana Kozan ile Bandırma’da Ortaöğretim kurumlarında öğretmenlik yaparak 1981 yılında “Eğitimimizin Sorunları ve Çözüm Yollan” dosyasıyla Mersin Eğitim Vakfı Araştırma Ödülü’nü ve 1982 yılında “Bandırma’da Sanat ve Kültür Etkinliklerinin Canlandırılması Üzerine Öneriler başlıklı yazısıyla da yerel Bandırma Gerçek Gazetesi Ödülü’nü aldı. 1989 yılında Bandırma’dan İstanbul’a taşınarak öğretmenlikten ayrıldı. İlk şiirleri Yelpaze, Hisar, Yelken ve Ilgaz dergilerinde yer aldı. Yurtiçi ve yurtdışında 100’e yakın kişisel sergi açan sanatçı 20’ye yakın Resim dalında ödül kazanarak, çok sayıda karma sergi, sanat fuan ve bienallere katıldı. Resimleri ulusal ve uluslararası koleksiyonlarda yer aldı. Sanatı üzerine çok sayıda broşür, katalog ve kitap yayımlandı. Sanat Çevresi Türkiye’de Sanat, Antik sanat, CEY sanat, Genç Sanat, Üvercinka dergileri ile Aydınlık Gazetesi’nde sanat, felsefe ve siyaset üzerine yazılar yazdı. Toplum ve ülke sorunlarına karşı sanatçı duyarlılığını öne taşıyarak 2002 yılında “Ülkemi Geri İstiyorum!” başlıklı bir açık mektup yayımladı ve İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nde aynı başlıkla bir büyük sergi gerçekleştirdi. Sanatçıların ve aydınların ülkesine ve toplumuna karşı sorumluluklarını anımsattı. 2004 yılında asistanları Barış Sarıbaş ile “Kendimize Ait Ovalarda, Kendimize Ait Dağlarda!”, 2006 yılında ise Tuncay Takmaz ile “Dünya Nereye Gidiyor?” ortak sergileriyle aynı ısrarını sürdürdü. 2007 yılında Bir grup sanatçı arkadaşıyla birlikte ‘Sanatçının Atölyesi” dergisini yayımlayarak 2008 yılında Ahmet Onay Akbaş’la birlikte 25 kişilik sanatçı, sanat yazarı ve belgeselciden oluşan “Vincent van
Gogh’un Peşinde, Modernizm’in İzinde” etkinliğini Türkiye-Fransa’da düzenledi ve katıldı.

Haberler, özel etkinlikler ve daha fazlası hakkında bilgi almak için hemen kaydolun!